30 Ekim 2015 Cuma

Futbol nedir?

Futboldan hiç haz etmeyen bir babanın evladı olarak futbola tutunmak benim için zor oldu aslında. Evde sizden başka çocuk da olmayınca otomatik olarak maç izleyebileceğiniz kimse olmuyor. Bu futbol fakirliği içinde futbol ile tanışmam aslında 2002 Dünya Kupası ile oldu. 



Yaz tatilleri o zamana kadar benim için denize girmek ve taso oynamaktan öteye geçmiyordu. Ancak o yaz bambaşka bir şey olmuştu ve herkes deliler gibi milli maç izliyordu. Kızlar saçlarını İlhan Mansız gibi topluyor, yeterince cesur olabilen çocuklar(ben asla cesaret edememiştim!) ise saçlarını Ümit Davala gibi kestiriyordu. Bu sadece sportif bir olay olamazdı, bu aynı zamanda sosyolojik bir olaydı ve bir şekilde dahil olmalıydım. Ben de en azından maçları izleyerek dahil olmaya çalıştım.

Sonrasında tam futboldan soğuyorum derken bir ağabeyim evimize geldi ve heyecanla "oğlum sana menajerlik getirdim" diyerek elindeki CD'yi bana uzattı. O zamanlar 10 yaşındayım ve tahmin edeceğiniz gibi benim tepkim "Menajerlik ne abi?" olmuştu. "Teknik direktörlük işte" diyerek oyunu bilgisayarıma yükledi. Oyunun adı CHAMPIONSHIP MANAGER idi. Oyunun mantığını çözmem uzun sürmedi. Oyunda bir oyuncu arama kısmı vardı ve benim oraya yazdığım ilk isimler Nihat Kahveci, Yıldıray Baştürk, Rüştü Reçber falan olmuştu. 

O gün aslında "menajerlik" oyunundan haberdar olmamı sağlayan kişinin futboldan anlamadığını anladım ve ona gerçek bir menajerin nasıl olması gerektiğini öğretmek için oyunu deliler gibi oynamaya başladım. Tabi bu sırada babam da bu işe kayıtsız kalamadı ve ne yaptığımı merak ederek "kalk bakayım şunun başından" dedi. Babamın menajerlik kariyeri sadece 1 maç sürmüştü çünkü kendisi en iyi savunmanın hücum olduğunu düşündüğü için maça 1-4-5 çıkmıştı! "Herkesi forvete koy, herkesi forvete koy" diyen adam maçtan sonra "SİKERİM BÖYLE OYUNU" diyerek bir sigara yaktı ve uzaklaştı.

Böylece şuursuzca saldırmanın da iyi bir taktik olmadığını anlamış oldum. İlk oynadığım oyun 2003-2004 sezonunu kapsıyordu. Ancak yıl 2003 veya 2004 değildi. Alex de Souza adlı futbol tanrısı çoktan Fenerbahçe'ye gelmiş olmasına rağmen oyunda Fenerbahçe'de değildi ve onu Fenerbahçe'ye almak için tam bir hafta uğraşmıştım. Sonunda gelmeyeceğini anladım ve kendi kendime "Bu oyunun daha yeni bir versiyonu yok mu?" diyip ilk CM araştırmamı yapmaya başladım internette.



İnternette CM hakkında daha fazla bilgi bulduğumda, oyunun güncelleme yamaları olduğunu öğrendim. Sonrasında FM diye bir oyun gördüm ve ne olduğunu anlamaya çalışırken, artık menajerlik oyunlarının CM ismiyle değil FM ismiyle piyasaya sürülmeye başlandığını anladım. Sıradaki kurbanım FM 05'ti ancak FM 05 ile tanışma hikayem de oldukça komik.

İnternet kafeye gittim ve FM 05'i CD'ye çektirdim. Eve gelip oyunu kurdum, direkt olarak Fenerbahçe ile bir kariyer açtım ve Fenerbahçe'nin kadrosunda şu isimler bulunuyordu; Ronaldinho, Şişko Ronaldo, Julio Baptista, Roberto Carlos, Gilberto Silva ve Kaka... Bir şekilde ben memleketteki diğer Fenerlilerin hepsinden önce görmüş oldum Roberto Carlos'un Fener'e gelişini ve tabi ki bu isimlerle birlikte Alex de artık Fenerbahçe'deydi ve onu almak için 1 hafta uğraşmayacaktım. Çünkü bu sefer Henrik Larsson'u almak için 1 hafta uğraştım...

FM 05'ten sonrası malum, her sene güncellenen kadrolarıyla bir FM hastası olmuştum. Hatta belki FM ile tanışmadan önce CM için araştırmalar yaparken o zamanların en popüler CM sitesi olan CMTurk adlı sitede günlerimi geçiriyordum. Oyunu ilk sürümlerinden beri oynayan deneyimli abilerimden ve hatta ablalarımdan(evet gerçekten de deliler gibi CM oynayan bir ablamız vardı) çok şey öğrendim. Daha sonra o sitede çıkan siyasi bir kavgadan dolayı biz bir grup arkadaş siteden ayrılıp kendi sitemizi yani TurkStaff'ı kurduk. TurkStaff'ta artık "velet" değildim ve insanların gözüne girmeye başlamıştım. Rüyalarıma giren MODERATÖRLÜK makamına erişmiştim. Yüz paketleri, logo paketleri, oyuncu incelemeleri. Her şeyi yapıyorduk. Ancak her güzel şey gibi o sitenin de sonu geldi ve insanlar Facebook ve Twitter'a dağılmaya başladı.

Futbol benim için CM ve FM ile tanışmamla başladı neredeyse. Bugün bile çoğu oyuncuyu canlı izlememiş olmama rağmen hakkında çok şey biliyorsam bunun sebebi CM ve FM'dir. Eminim bizi okuyan/okuyacak olan insanlar arasında FMciler olacak. "FMci olmak" kavramıyla ilgili ciddi takıntılarım var çünkü BENİM ZAMANIMDA etrafta bu kadar FMci yoktu. FM'yi duymamış insanlar bile vardı ama artık en azından herkes bu oyunun farkında ve bir şekilde oynuyor.

Bütün bu CM/FM maceraları arasında Fenerbahçe'nin Zico döneminde Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final'e kadar çıkması, Milli takım ile EURO 2008'de "başımıza gelenler" futbolun gerçek yüzünde beni mutlu eden şeyler olmuştu. 



Sözlerime son verirken düzene ve sisteme ufak bir eleştiri getirmek istiyorum. Gördüğünüz kadarıyla futbolu psikopat derecesinde seven bir insan olarak hayatımda sadece 1 kere LigTV sahibi oldum ve bu sanırım 1 yıl sürdü. Futbola erişimi bu kadar zorlaştırma sebepleri sanırım insanların ulaşamadıkları şeylere duydukları arzu. Bizi futboldan mahrum bırakarak futbola daha fazla bağlanmamızı sağlıyorlar. Yine de yukarıda anlattıklarım yerine size gerçek maçlardan kesitler anlatmış olsaydım daha tatlı olmaz mıydı?

Ben çoban, futbolun sanal, sanatsal ve edebi yüzüyüm. Yazının başında belirttiğim futbolu sevmeyen babam yüzünden de hayatım boyunca tek bir canlı futbol müsabakasını yerinden, staddan izleyemedim. O yüzden blogdaki ilk yazıda Oğul'un size hissettirdiklerini size hissetiremedim, bunun için sizden özür diliyorum. Futbolla kalın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder