Kemik Kıran Stoperlerin Adresi

16 Şubat 2016 Salı

Asın Bayrakları, Şampiyon Fener

Bu konu hakkındaki fikirlerimi Başakşehir maçının hemen ardından yazacaktım lakin beklemek istedim. Fakat TFF tarafından bugün yapılan son hareket ile artık dayanamadım. Kafamdakileri bir yerlere dökmek istedim. TFF'nin son skandal kararından bahsedeyim size öncelikle, ertelenen Mersin İdman Yurdu, başlayıp 5 dakika oynanmış olmasına rağmen, Beşiktaş yeni transferlerini bu müsabakada oynatamazken her ne hikmetse maçın hakemi Mete Kalkavan bu maçtan alınıyor ve yerine yönettiği 20 Beşiktaş maçında Beşiktaş'a 7 tane kırmızı kart çıkarmış olan Barış Şimşek atanıyor.

Madem bugünden başladık, aklımda kalanlarıyla geriye doğru gideyim. Başakşehir müsabakasında doğrandıktan hemen sonra Fenerbahçe yöneticisi İlhan Ekşioğlu, twitter hesabından aşağıdaki tweeti atıyor.



Maça dönüyorum, maçta bugüne dek benim ve benim dışımda spor kamuoyunun güvenini kazanmış, yönettiği başarılı maçlarla belki de bu ligin en formda hakemi olmuş olan Ali Palabıyık, kariyerini mahvediyor. 3 metre önündeki bileğe basmayı, Mehmet Batdal'ın sarı kartlık pozisyonlarını atlıyor. Cenk Tosun'un düşürülmesine penaltı verilmiyor. Aynı Ali Palabıyık bu sezon 2. hafta müsabakasında, Beşiktaş Trabzonspor'a karşı oynarken Quaresma'ya 2. sarı kartı çıkaracak cesareti kendisinde bulmuşken, Mahmut'a ve Mehmet Batdal'a bu kartları çıkaramaması açıkçası benim sinirimi bozdu. Ve açık açık belli edilen operasyon bu maç itibarıyla kendisini kesin olarak ele verdi.

Aynı maç günü, maç öncesi Başakşehir teknik direktörü Abdullah Avcı'nın açıklamalarını da aklımda kaldığınca yazayım. Abdullah Avcı "kaygımız, endişemiz yok. Rahatız. Bugün kazanırsak kazandığımız tek şey bu maç olmayacak." demiyor muydu? Kimse bana Başakşehir 3.lüğe yükselecekti falan demesin. Ligde daha 12-13 hafta var, neyi kazanacaksın bu maçla Abdullah Hoca? Göz göre göre yapmayın bari, hem sen hem de İlhan Ekşioğlu yapılan kirli oyunları itiraf ettiniz zaten. Hoş, biz de kör değiliz. Konyaspor maçında çıkan skandal kırmızı kartın TFF tarafından ertelenmesine dair gelen ret kararı bile her şeyi apaçık ortaya koyuyor. Hasan Ali Kaldırım'ın cezası ertelenirken, rakibine yumruk aran Gökhan Zan'ın, Galatasaray stopersiz kaldı diye ceza cezası ertelenirken bal gibi ofsayt pozisyonunda olan rakibine yaptığı faul yüzünden ceza alan Marcelo'nun kartı maalesef ertelenmiyor. Çünkü üzerinde Beşiktaş takımının formasını taşıyor.

Her puan kaybından sonra 'biz şu kadar para harcadık şampiyon olamayacak mıyız' diyip rakibe bedavadan kırmızı kart çıkartmadı, kendilerine bedavadan penaltı vermedi diye hakemleri kamuoyu önünde sert bir dille taşlayan Aziz Yıldırım ve masa başı işlerinin kurbanı olan TFF yüzünden Beşiktaş'ın anasının ak sütü gibi helal olan şampiyonluğu tarihte eşine çok defa rast geldiğimiz gibi bu sezon da elinden alınacak. Genelde Galatasaray'a gittiğini hatırladığımız bu şampiyonluklarımız bu sefer 2003-2004 sezonundaki gibi Fenerbahçe'ye armağan edilecek.

Fenerbahçeli arkadaşlar, gönlünüz rahat olsun. Kaleye gidemiyor olabilirsiniz, penaltı çalıyorlar, atıyorsunuz. Rakip üstünüze mi geliyor, korkmayın, olur olmadık kırmızı kartlar ile rakiplerin dirençleri de gayet kırılabiliyor. Bu sebeple endişelenecek hiçbir şeyiniz olmasın, asın bayraklarınızı, şampiyonsunuz.

Bize gelince, hakemi de yeneriz olaylarını geçip acilen Aziz Yıldırım ve ekibinin yaptıklarını yapmamız lazım. Sahada oyuncularımız dayak yiyor, hakkımız yeniliyor, diğer takım deplasmanlarda rahat etsin diye rakiplere seyircisiz oynama cezaları veriliyor, statlarında 15 dakika aralıksız küfür ediyorlar, derbi öncesi en ufak bir ceza almıyorlar. Biz maalesef hakemi falan yenemiyoruz. Hakemi yenmek diye bir şey yok zira. Hakemi alan kazanıyor.

Unuttuğum detaylar varsa affola. Benim maalesef bu art niyet karşısında en ufak bir umudum kalmadı. Bugün kazansak yarın yine önüne taş koyacaklar bu takımın.

29 Kasım 2015 Pazar

Öz Eleştiri | Beşiktaş - Akhisar Maçı Tadımlıkları

Tadımlık ama tadımızı kaçırdı

Öncelikle kalecimiz Tolga Zengin, herkes bu adamın kulağını geçtiğimiz seneden beri, özellikle de Brugge maçından beri, çınlatıyor. Bu adama girmek istemiyorum girersem çıkmam çünkü.

Savunmada Rhodolfo'ya sallayanlar görüyorum. Ayıptır. Haftalardır Ersan'a laf söyleyenler, Milosevic oynasın, Pedro nerde yaa diyenler 'bak Ersan gitti Rhodolfo ne kadar kötü' diyor. Rhodolfo kötü falan değil, siz şekilcisiniz.

İsmail, kardeşim sana da diyecek bir şeyim yok. Vermişler parayı almışlar zamanında, şimdi de çık oyna diyorlar. Bakmıyorlar ki senin düşünce kapasiten ne, oyun görüşün ne, yeteneğin ne. Suç senin değil seni bu takıma getirenlerin. (Not: Zamanında İsmail Köybaşı'ya şans verilsin diye birtakım mesajlarım vardı, büyük yanlış yapmışım bugün bir daha anladım.)

Ersan. Yokluğu hissedildi. Değeri anlaşıldı.

Sosa, abicim 2 senedir aklın başka yerlerde diye yedin bizi. Bıktım senin sahada gezinmenden. Bir insan bir yan toptan falan düzgün bir orta keser bir şey yapar. 2 senedir her top ön direkteki savunma oyuncusu tarafından karşılanıyor. Lokomotif ve Kasımpaşa maçlarında ayağındaki topa öküz gibi bakıp rakibin almasını beklemenden goller yedik puanlar kaybettik. Aklın Arjantindeyse git Arjantin'e. Takımda en sevmediğim ve nefret ettiğim adamsın. Tolga'yı bile daha çok seviyorum senden.

Oğuzhan, mükemmelsin. Senden başka oynayan yoktu.

Quaresma :d Ayağının dışı, ebenin bir tarafı be kardeşim. Metrelerce uzaktan attığın alakasız şutlar, kaprislerin, bugün görmediğin ama potansiyelinin son derece yüksek olduğu kırmızı kartlık hareketlerin ve tabii ki trivelaların. Hepsi batsın. Sene başında burada birkaç arkadaş ile beraber Dzsudzsak'ı çok istedik ama şovmen taraftarımız çok istediği için yumurtadan sen çıktın. Bir daha forma göremezsin inşallah.

Gomez. Son 2 maçtır Almeidavari şekilde pozisyonları harcasa da dikkat çekmek istediğim çok önemli bir nokta var. Bu kadar doymuş ve takımdaki en büyük yıldız statüsündeki adam sahada Oğuzhanla beraber en hırslı adam. Ruhuyla oynuyor. Paris olayından sonra düşüş yaşadı ama toparlayacaktır. Büyüksün.

Olcay'ın çıkmaması gerekiyordu. Sosa - Cenk ve Q7 - Töre değişiklikleri maçı çevirirdi. Dar alanda takımdaki en etkili adamın belki de Olcay, başka da numarası yok zaten. 11 kişi kapanan takıma illa pozisyon yaratırdı. En basidinden Bursa maçında girdi tüm oyunu değiştirdi.

Şenol Hoca. Sınıfta kaldı. Fazla bir şey demek istemiyorum ama yaptığı değişiklikler, Töre'ye 'ders' vermek için yedek bırakması falan rezalet.

Yönetim ise sene başında yapmadığı transferler ile tepki topladı. Daha doğrusu yapamadığı. İlk kez bu maçta bu kadar ayyuka çıktı bu durum. Neyse ki devre arası geliyor.

20 Kasım 2015 Cuma

Milli Takım Arası (Nazım Türünde)

15 gün sokuyorsun araya,
Zevksiz maçlar uğruna,
Yettin artık Allah'ın cezası,
Allah belanı versin Milli Takım Arası.

Ben ligimi istiyorum, anamın ligini,
Veremem hazırlık maçlarına bütün ilgimi,
Git uzaklara, topla tarağı tası,
Allah belanı versin Milli Takım Arası.

Çoluk çocuk Beşiktaş'ı soruyor,
Benim yüreğim kan ağlıyor,
Sattılar bu hafta hayatımızı,
Allah belanı versin Milli Takım Arası.

Kiminin tadı yok, kimininse parası,
Hafta sonları olmuş kömür karası,
Nasıl geçecek bu haftanın yarası,
Allah belanı versin Milli Takım Arası

Alınan nefes verilmiyor,
Ligsiz hayat geçmiyor,
Gözümde yaş, gönlümde sızı,
Amına koyayım Milli Takım Arası.

31 Ekim 2015 Cumartesi

Olmaz Olsun Böyle Tango!

Gün geçmiyor ki Beşiktaş mükemmel top oynamasın, bol skor üretmesin, Mario Gomez gol atmasın. Fakat geçtiğimiz günkü Kasımpaşa mücadelesi gibi bazen bu bol skorun yetmediği de oluyor. Rakiplerinin <özellikle Fenerbahçe'nin> bir gol atıp yatma işini iyi becermesi ve Galatasaray'ın son haftalarda gittikçe artan formu, Beşiktaş'ın 4 puanlık avantajını muhakkak koruması gerektiğini gözler önüne seriyordu. Fakat daha ilk haftadan iyi oynayan Beşiktaş, rakibinin 3 isabetli şutla 3 gol bulması neticesinde 2 puanı bıraktı ve iyi ve baskılı oyununa rağmen 4 puanlık farkı koruyamadı.


Beşiktaş'ın iyi oyunundan söz ettik fakat Beşiktaş'ın karşısında da ligin en az gol yiyen ekibi, Rıza Hoca'nın ekibi Kasımpaşa vardı. Geçtiğimiz sene ligin 2. yarısında Bilic ile Kasımpaşa'yı 5leyen Beşiktaş'ın bu maçı 3-3 bitirmesi ile ilgili yapabileceğim en net yorum Rıza Hoca'nın Kasımpaşa'yı daha üretken ve iyi olan Beşiktaş'a kafa tutacak bir takım haline getirmiş olduğudur. Buradan da Rıza Hoca'yı tekrar tebrik edelim.

Maçın sonundaki tartışmalı penaltı kararı ise aslında tam bu blogun açılışının akabinde gelmesi ile şahsen benim yüzümde güller açtırdı. Zira mükemmel(!) hakemimiz, gururumuz(!) Cüneyt Çakır, 90. dakikada 5 dakika uzatma vermiş, Eren Derdiyok'un sakladığı topta Beck'in müdahelesi sonrası tacı Beşiktaş'a vermiş, daha sonra Atiba'nın kol ile müdahelesini es geçmiş ve Beşiktaş lehine 90+2. dakikada bir penaltı vermiş bulundu. Penaltının netliği tartışmayacağız fakat öncesindeki bu kadar olayı es geçmesi ve itirazlardan sonra oyunun 94:25'te başlayıp 95. dakikanın içinde bitmesi Cüneyt Hoca'nın 'berabere bitsin, kimse başımı yemesin' tasarrufundan başka bir şey değildir.



Oyuncu bazında baktığımızda ise Beşiktaş'taki puan kaybının bir numaralı sorumluları olarak görülen etken defansın sol bloğunu oluşturan İsmail - Milosevic ikilisinin kötü oyunu. Özellikle Milosevic'in ilk maçındaki bu performansı, devre arasında dönecek olan Veli'yi ve 2. yarının ortalarında tam performansla oynayacağına inandığım Tolgay'ın dönüşü ile ortadan tamamen kalkacak olan orta saha transferiyle beraber o bölgeye 'pırpır stoper' diye tabir edilen, kelebek gibi uçan, arı gibi sokan, sol mu sol ayaklı, Samuel Umtitivari fakat elbette onun kadar isim yapmamış bir adamın geleceğini düşündürüyor bana.

Fakat bırakılan 2 puanın ana sebebi bana kalırsa Şenol Hoca'nın ilk 11 seçimi. Antalya maçında 5 atan takımı bozmak istemeyen Güneş'imiz, canımız, ciğerimiz, biricik hocamız skorun da bana verdiği 'OH KONUŞ TABİ AMINA KOYIM KAZANSAYDIN BÖYLE DEMEZDİN'ci rahatlıkla sınıfta kaldı. Fakat erken gelen 2 değişiklik ile bizi biraz daha Quaresma izlemekten kurtaran hocama saygılarımı sunuyorum. İlk önce Necip yerine bir ofansif orta saha aldı, en sonunda da riskleri almaktan çekinmedi, doğru dakikada stoper çıkardı, forveti çiftledi. Fakat savunmadaki basit hataları kapatacak gol sayısına bu da ulaştıramadı Beşiktaş'ı.



Kasımpaşa'nın önce baskı ve ikili sıkıştırmaları çok doğru yaparak Beşiktaş'ın pas oyununu bozmaya çalışması, hatta ve hatta bozması, takımın dinamosu Atiba'yı dahi top kayıplarına ve pas hatalarına zorlaması galibiyetin anahtarı oldu. Fakat benim asıl bahsetmek istediğim olay, tango olayı. Takımımızda son derecede enteresan bir adam var. İsmi Jose Sosa. Yan top kullanır, ön direkte kalır, top kalkmaz bile. 5-6 maçta bir asist yapar, yakışıklı diye taraftar tapar. Bugün de 2. golde mükemmel bir asist ile <bu sefer benim dahi gözümü boyadı, az sonra göstereceğim> yine gözleri boyasa da dakikalar sonra hücumda yaptığı APTALCA top kaybı dönüp Kasımpaşa atağına dönüştü ve top Beşiktaş kalesine 3. defa girdi.

Sosa'nın sahadaki basit hataları ve isteksiz görüntüsünü ilk defa görmediğimiz de ortada. Geçtiğimiz seneden beri senenin belirli dönemlerinde regl olmuş kadın gibi tripleri gelen Sosa efendi tangoda eşinin sürekli ayağına basıp mükemmel giden bir dansı mahvediyor. Ve bundan hiç ders almıyor. Quaresma ile beraber takımdaki en büyük karın ağrısı olan ikili durumundalar bence ve geçtiğimiz hafta yediği kesiğin süresinin uzamasını, Kerim Frei gibi bir gencin sahada sağa sola kaçan serbest bir rolde oynaması gerektiğini, hiç olmazsa Cenk - Gomez çift forvet hattıyla başlanması gerektiğini düşünüyorum.



8 Kasım Pazar günü yeni stadını açacak olan Bursaspor karşısında zorlu bir 90 dakikaya çıkacak olan Beşiktaş'ın önündeki süreyi iyi çalışarak değerlendirmesi gerektiğini, hafta arasındaki UEFA Avrupa Ligi müsabakasını da kayıpsız geçmesini diliyor, Şenol Hoca'ya Tosic'i tekrar bir hatırlaması gerektiğini söylüyorum buradan. Yazımı da maçı anlık takip ederken Beşiktaş'ın 2. golü ve Kasımpaşa'nın 3. golü sonrasında twitter üzerinden heyecan ile attığım 2 tweetin görseli ile noktalıyorum.



30 Ekim 2015 Cuma

Futbol nedir?

Futboldan hiç haz etmeyen bir babanın evladı olarak futbola tutunmak benim için zor oldu aslında. Evde sizden başka çocuk da olmayınca otomatik olarak maç izleyebileceğiniz kimse olmuyor. Bu futbol fakirliği içinde futbol ile tanışmam aslında 2002 Dünya Kupası ile oldu. 



Yaz tatilleri o zamana kadar benim için denize girmek ve taso oynamaktan öteye geçmiyordu. Ancak o yaz bambaşka bir şey olmuştu ve herkes deliler gibi milli maç izliyordu. Kızlar saçlarını İlhan Mansız gibi topluyor, yeterince cesur olabilen çocuklar(ben asla cesaret edememiştim!) ise saçlarını Ümit Davala gibi kestiriyordu. Bu sadece sportif bir olay olamazdı, bu aynı zamanda sosyolojik bir olaydı ve bir şekilde dahil olmalıydım. Ben de en azından maçları izleyerek dahil olmaya çalıştım.

Sonrasında tam futboldan soğuyorum derken bir ağabeyim evimize geldi ve heyecanla "oğlum sana menajerlik getirdim" diyerek elindeki CD'yi bana uzattı. O zamanlar 10 yaşındayım ve tahmin edeceğiniz gibi benim tepkim "Menajerlik ne abi?" olmuştu. "Teknik direktörlük işte" diyerek oyunu bilgisayarıma yükledi. Oyunun adı CHAMPIONSHIP MANAGER idi. Oyunun mantığını çözmem uzun sürmedi. Oyunda bir oyuncu arama kısmı vardı ve benim oraya yazdığım ilk isimler Nihat Kahveci, Yıldıray Baştürk, Rüştü Reçber falan olmuştu. 

O gün aslında "menajerlik" oyunundan haberdar olmamı sağlayan kişinin futboldan anlamadığını anladım ve ona gerçek bir menajerin nasıl olması gerektiğini öğretmek için oyunu deliler gibi oynamaya başladım. Tabi bu sırada babam da bu işe kayıtsız kalamadı ve ne yaptığımı merak ederek "kalk bakayım şunun başından" dedi. Babamın menajerlik kariyeri sadece 1 maç sürmüştü çünkü kendisi en iyi savunmanın hücum olduğunu düşündüğü için maça 1-4-5 çıkmıştı! "Herkesi forvete koy, herkesi forvete koy" diyen adam maçtan sonra "SİKERİM BÖYLE OYUNU" diyerek bir sigara yaktı ve uzaklaştı.

Böylece şuursuzca saldırmanın da iyi bir taktik olmadığını anlamış oldum. İlk oynadığım oyun 2003-2004 sezonunu kapsıyordu. Ancak yıl 2003 veya 2004 değildi. Alex de Souza adlı futbol tanrısı çoktan Fenerbahçe'ye gelmiş olmasına rağmen oyunda Fenerbahçe'de değildi ve onu Fenerbahçe'ye almak için tam bir hafta uğraşmıştım. Sonunda gelmeyeceğini anladım ve kendi kendime "Bu oyunun daha yeni bir versiyonu yok mu?" diyip ilk CM araştırmamı yapmaya başladım internette.



İnternette CM hakkında daha fazla bilgi bulduğumda, oyunun güncelleme yamaları olduğunu öğrendim. Sonrasında FM diye bir oyun gördüm ve ne olduğunu anlamaya çalışırken, artık menajerlik oyunlarının CM ismiyle değil FM ismiyle piyasaya sürülmeye başlandığını anladım. Sıradaki kurbanım FM 05'ti ancak FM 05 ile tanışma hikayem de oldukça komik.

İnternet kafeye gittim ve FM 05'i CD'ye çektirdim. Eve gelip oyunu kurdum, direkt olarak Fenerbahçe ile bir kariyer açtım ve Fenerbahçe'nin kadrosunda şu isimler bulunuyordu; Ronaldinho, Şişko Ronaldo, Julio Baptista, Roberto Carlos, Gilberto Silva ve Kaka... Bir şekilde ben memleketteki diğer Fenerlilerin hepsinden önce görmüş oldum Roberto Carlos'un Fener'e gelişini ve tabi ki bu isimlerle birlikte Alex de artık Fenerbahçe'deydi ve onu almak için 1 hafta uğraşmayacaktım. Çünkü bu sefer Henrik Larsson'u almak için 1 hafta uğraştım...

FM 05'ten sonrası malum, her sene güncellenen kadrolarıyla bir FM hastası olmuştum. Hatta belki FM ile tanışmadan önce CM için araştırmalar yaparken o zamanların en popüler CM sitesi olan CMTurk adlı sitede günlerimi geçiriyordum. Oyunu ilk sürümlerinden beri oynayan deneyimli abilerimden ve hatta ablalarımdan(evet gerçekten de deliler gibi CM oynayan bir ablamız vardı) çok şey öğrendim. Daha sonra o sitede çıkan siyasi bir kavgadan dolayı biz bir grup arkadaş siteden ayrılıp kendi sitemizi yani TurkStaff'ı kurduk. TurkStaff'ta artık "velet" değildim ve insanların gözüne girmeye başlamıştım. Rüyalarıma giren MODERATÖRLÜK makamına erişmiştim. Yüz paketleri, logo paketleri, oyuncu incelemeleri. Her şeyi yapıyorduk. Ancak her güzel şey gibi o sitenin de sonu geldi ve insanlar Facebook ve Twitter'a dağılmaya başladı.

Futbol benim için CM ve FM ile tanışmamla başladı neredeyse. Bugün bile çoğu oyuncuyu canlı izlememiş olmama rağmen hakkında çok şey biliyorsam bunun sebebi CM ve FM'dir. Eminim bizi okuyan/okuyacak olan insanlar arasında FMciler olacak. "FMci olmak" kavramıyla ilgili ciddi takıntılarım var çünkü BENİM ZAMANIMDA etrafta bu kadar FMci yoktu. FM'yi duymamış insanlar bile vardı ama artık en azından herkes bu oyunun farkında ve bir şekilde oynuyor.

Bütün bu CM/FM maceraları arasında Fenerbahçe'nin Zico döneminde Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final'e kadar çıkması, Milli takım ile EURO 2008'de "başımıza gelenler" futbolun gerçek yüzünde beni mutlu eden şeyler olmuştu. 



Sözlerime son verirken düzene ve sisteme ufak bir eleştiri getirmek istiyorum. Gördüğünüz kadarıyla futbolu psikopat derecesinde seven bir insan olarak hayatımda sadece 1 kere LigTV sahibi oldum ve bu sanırım 1 yıl sürdü. Futbola erişimi bu kadar zorlaştırma sebepleri sanırım insanların ulaşamadıkları şeylere duydukları arzu. Bizi futboldan mahrum bırakarak futbola daha fazla bağlanmamızı sağlıyorlar. Yine de yukarıda anlattıklarım yerine size gerçek maçlardan kesitler anlatmış olsaydım daha tatlı olmaz mıydı?

Ben çoban, futbolun sanal, sanatsal ve edebi yüzüyüm. Yazının başında belirttiğim futbolu sevmeyen babam yüzünden de hayatım boyunca tek bir canlı futbol müsabakasını yerinden, staddan izleyemedim. O yüzden blogdaki ilk yazıda Oğul'un size hissettirdiklerini size hissetiremedim, bunun için sizden özür diliyorum. Futbolla kalın!

29 Ekim 2015 Perşembe

Kirli Futbol

<maçın en stresli dakikaları>

Arbede, düşmanlık, yumruk, kan... Sahalarda görmeyi istemediğimizi öne sürdüğümüz ancak içten içe bunun için tutuştuğumuz, gerçekleşsin diye yalvardığımız olaylar. Özellikle tansiyonu yüksek bir derbi müsabakasında ya da takımınız mağlup iken zaman geçirmek için yatan rakip takımın kalesine her girmeyen top için bir yumruk isteği. Kirli futbolun temelini oluşturan unsurlar. 


<maçın en heyecanlı dakikaları>

Top bir o kalede, bir bu kalede. İki ekip de akın akın geliyor. Seyir zevki yüksek. Seyirci nefes alamıyor. Peki ya futbol bu mudur? İşin teknik ve insani şov kısmına bakıldığında evet. Fakat ben size heyecanı betimleyeyim. Stoperiniz rakip forveti kucağına almış, diziyle, dirseğiyle ince ince yokluyor. Erman Hocanın deyimiyle barajdaki oyuncunuz rakip oyuncuya 'basur muayenesi' yapıp psikolojik bir savaş açıyor. Ön liberonuz hava topunda rakibe dirseği geçiriyor. Hakem yakalayacak mı, saha karışacak mı hissi, maçın başından beri bir kavga çıksa da rahatlasak hissi en somut adımlarını atıyor. Kirli futbolun bütün güzellikleri ve heyecanı açık ve net bir biçimde sahada ve daha fazlası için de yanıyor, tutuşuyor.


<maçın en güzel dakikaları>

Sahadaki bütün tansiyon nihayet hiper tansiyona dönüyor. Atılan dizler, dirsekler, anneye edilen Bulgarca küfürler en sonunda yerini fiziksel bir atışmaya, arbedeye çeviriyor. Futbolun aslında bütün güzelliklerini, iki tarafın düşmanlığını ve kazanma hırsının kombinlenmesini görüyoruz. KAVGA BAŞLIYOR. Ev sahibi takımın taraftarları rakip futbolcuların annelerine küfrediyor, daha da güzeli, hep bir ağızdan hakeme küfrediliyor. Futbol sahalarında çatala takılan bir rövaşata golü, ceza sahasına verkaçlarla girip rakip savunmayla taşak geçmek ve kaliteli bir kavgadan daha güzel bir şey varsa o da iyi yönetsin ya da yönetmesin, bütün bir stadın hakeme küfretmesidir.


<maçın en sinirli dakikaları>

Kavga olmuştur, ancak ele hiçbir şey geçmemiştir. Şanslıysanız tuttuğunuz takım oyuncuları rakip oyunculara temiz bir dayak atıp kırmızı kart görmemişlerdir. Fakat skor odaklı bir oyun olan futbolda anlık kavganın verdiği haz ejakülasyon ile eş değerdir. Kavgadan sonra 'keşke yapmasaydım' pişmanlığı yaşarsınız. Ancak ertesi hafta bir daha kavga edersiniz. Sahalarda asıl görmek istediğimiz hareketlerin bunlar olduğunun yavaş yavaş farkına varırsınız. Karşınızda kazanmak için her şeyi yapacak 11 kişiye karşı ateşe ateşle cevap vermenin hazzı kirli futbolun temelini oluşturuyor işte. Bir de üstüne son dakikalarda ofsayttan falan bir gol bulursa takımınız ya da hakemi baskı altına aldığınızdan eşantiyon bir penaltıyla ödüllendirilirseniz ara başlık <maçın en kaymak dakikaları>na gönül rahatlığıyla çevrilebilir.



<yazının kıssadan hisse veren dakikaları>

Kirli futbol dedik, blogu title bir başlıkla açmayı uygun gördük. Olayın karanlık ve çirkef tarafına olan bakış açısını yadırgayacak olanlar elbette olacaktır. Fakat rakip takımdaki bir oyuncuya orospu çocuğu diyip aynı karakterdeki oyuncusunu öven bir adam kirli futbol aşığıdır. Bu da burada okuyacaklarınızın aslında ne kadar hoşuna gideceğine delalettir. Haydi çift girelim!